KORONOVİRÜS KRİZİNDE 10 PAZARLAMA VE SATIŞ RİSKİ
Pazarlama tarihi, bir zamanlar baskın
olan markaların yer değiştirme (displacement) ve yok olma (death) hikayeleri
ile dolu (Gırgır, Pinokyo Bisiklet, Shelltox vs.). Bunun kök nedeni, pazarlama
ve satış risklerinin öngörülememesi ve iyi yönetilmemesi olarak karşımıza
çıkmaktadır. Yazar Poul Talbot’un aktardığı gibi “bazı düşüş yaşayan markalar da, değişen damak zevkinin kurbanı oldu (Howard
Johnson, Seven-Up and Schlitz vs.)”.
Günümüze geldiğimizde markalar, koronavirüs
salgının ve beraberindeki yeni nesil krizin ortaya çıkardığı bambaşka pazarlama
ve satış riskleri (zarara uğrama tehlikesi) ile karşı karşıya. İşte bu noktada söz
konusu olası riskleri tarif etmek, komplo teorisi gibi düşünülse bile o riski dikkate
almak ve buna göre dinamik pazarlama ve satış stratejileri geliştirmek önemli. Aşağıda
sektörlerden ve şirket büyüklüklerinden bağımsız olarak koronavirüs krizinde ve
sonrasında karşılaşabileceğimiz 10 pazarlama ve satış riskini sizler için
sıraladım:
1)
Marka imajını olumsuz etkileme riski: Bu dönemde nihai tüketicilerin en öncelikli gündemi
sağlıkla bu salgını atlatmak, endüstriyel tüketicilerin de sağlık riski ve
ekonomik kayıp yaşamadan veya en az kayıpla bu süreci atlatabilmektir. O nedenle bu dönemde satışa
zorlayan, agresif, hedef odaklı faaliyetler kesinlikle askıya alınmalı. Müşteri
firmada iletişimde olunan kişilerle daha fazla empati kurulmalı. Özellikle ilk
dönemlerde satış reklamları yapan markalar, gelen tepkiler üzerine reklamlarını
yayın kanallarından çektiler. Muhtemelen bu tüketicinin beyninde olumsuz bir
yer edecek ve kriz sonrasında da sürecektir. Fakat satış odaklı iletişim yerine,
insan yaşamına dokunan ve iyilik
yatırımı yapıp buna yönelik pazarlama iletişimi yapan vicdanlı LC Waikiki,
Arçelik gibi markalar, salgın sonrasında daha pozitif bilinirliğe ve sürdürülebilir
tüketici ilişkisine sahip olacaklardır.
2)
Müşterinin tepkisini çekme riski: Koronovirüs salgınıyla artan talebi (temizlik,
hijyen, temel gıda, yiyecek, içecek) fırsat görüp fiyatını yükselten, esnek
ödeme seçeneklerini bir anda peşine döndüren, mücbir sebeplere rağmen alacağını
tam olarak ve taviz vermeden talep edenler, üretici firmaya malzemelerinin
teslimini isteyerek geciktiren, hatalı ürünleri değiştirmeyen ve stok fazlasını
geri almayan markalar kriz süresince veya krizden sonra büyük güven ve beraberinde
müşteri kaybetme riski ile karşı karşıya kalacaklardır. Sadece global ve büyük şirketlerde
değil, küçük işletmeler için de bu geçerli. Uzun yıllar alışveriş yaptığım
mahalle şarküterisinde, şarküteri sahibinin tedarikçi firmanın yetkilisi ile
yaşadığı tahsilat görüşmesi buna canlı bir örnek oldu. Tedarikçi firma yetkilisi, şarküteri
müşterisinin yanında sesli biçimde, geçmişte düzenli ödeme yapan şarküteri
sahibine sanki hiç ödememiş veya geciktirmiş gibi bir algı yaratacak şekilde alacağını
vadesinden önce tahsil etmeye çalışmıştır.
Bunun ardından şarküteri sahibi de kızgınlıkla o an borcunun tamamını
ödeyip söz konusu tedarikçisi ile ticari ilişkisini bitirdiğini ifade etmiştir.
3)
Yeni müşteri yaratamama riski: Bu dönemde çoğu üretim, ticaret ve hizmet
sektörlerinde salgın tedbirleri ve krizle ortaya çıkan olağan genel talep
daralması nedeniyle keskin müşteri kayıpları yaşanmaktadır. Bir süre de
yaşanmaya devam etmesi kuvvetle muhtemeldir. Bazı üretim şirketlerinin de
talebin artmaması ve piyasaların açılmaması nedeniyle yakın zamanda ciddi talep
daralma riskiyle karşılaşabilir. Bu yüzden her marka, yeni müşteriye ihtiyaç
duyar. Şirketlerin hedefi, kriz döneminin dinamiklerine uygun bir şekilde
agresif şekilde satışa zorlamadan müşteri beklenti ve ihtiyaçlarına özel çözümler
sunarak yeni müşteri kazanmaya çalışmak olmalıdır.
4)
Çifte tehlike (double jeopardy) riski: Byron Sharp yönetimindeki Ehrenberg Bass
Pazarlama Bilimleri Enstitüsü öncülüğünde ortaya koyulan Çifte Tehlike riski, pazarlama,
marka ve iletişim uzmanı Temel Aksoy tarafından Pazarlama Kanunları blog yazısında
şöyle ele alınmıştır: “Pazar payı küçük
olan markaların az müşterisi vardır. Bu markaların müşterileri (tüketicileri) biraz
daha az sadıktır. Küçük markaların hem kullanıcı sayılarının az olması, hem de
bunların daha az sadakat göstermelerini McPhee ve daha sonra Ehrenberg, ‘Double
Jeopardy’ yani ‘Çifte Tehlike’ olarak adlandırdılar. Bir ürün kategorisinde
büyük bir markayı küçük bir markadan ayıran özellik, büyük markanın daha çok
müşteriye (tüketici) sahip olmasıdır. Herhangi bir markanın daha az müşteriye
daha fazla satarak (sadakat yaratarak) büyümesi mümkün değildir. Teorik olarak,
bir marka ya daha fazla müşteri (tüketici) edinerek ya da mevcut kullanıcılara
daha fazla satarak büyüyebilir ama gerçek hayatta hiç bir şirket müşteri
(tüketici) sayısını artırmadan, aynı kullanıcılara daha fazla satarak yani
onları daha sadık kılarak büyüyemez. Dolayısıyla markanın büyümesi için, yeni
müşteri (tüketici) edinmesi gerekir. Küçük markalar hem pazar penetrasyonları
hem de sadakat oranları düşük olduğu için ‘çifte risk’ altında yaşarlar. Her şirketin sadakat programlarına yaptığı
yatırımları, bu kanun ışığında yeniden değerlendirmesi gerekir.” Öte yandan
nihai tüketim ürünleri dışındaki farklılaşmanın yadsınamaz olduğu sektörler ve
markaların da var olduğu muhakkak. Örneğin hizmet sektöründe farklılaşma,
müşteri sadakati gibi alanlara yatırım yapmadan büyümek kolay olmayacaktır.
5) Müşterilerin değişen satın alma alışkanlıklarını
zamanında tespit edememe riski: Önceki yazılarımda
(Koronavirüs krizinde pazarlama iletişimi nasıl olmalı, koronavirüs krizi
sonrası markalar nasıl konumlandırılmalı) değindiğim için bu yazıda ayrıca
detaylandırmayacağım. Öyle ki, yaşlara, kuşaklara, sektöre, konuma, eğitim
düzeyine, dijital altyapısına, ekonomik gelişmelere hızlıca olmasa da süreç
içinde önemli değişimlerin yaşanacağı birçok uzman tarafından ortak kanı olarak
ortaya koyulmaktadır. O nedenle şu aşamada iyi analizler yapıp değişen veya
değişebilecek tüketici alışkanlıklarını anlayamayan veya buna yönelik zamanında
aksiyon alamayan markaların ticari kayıp yaşama riski yüksektir.
6)
Sık çalışılan müşterilerin zamanla
daha az satın alma yapabilme riski:
Temel Aksoy bu riski şöyle tarif etmiştir: “Bütün
markaların sadık yani yoğun satın alma yapan müşterileri (tüketicileri) zaman
içinde daha seyrek satın alma yaparlar; seyrek kullanıcılar ise daha yoğun
kullanıcı olurlar. Hiç kullanıcı olmayanların markayı denemeye başladıkları,
markayı deneyenlerin zaman içinde markanın yoğun kullanıcısı olduğu ve yoğun
kullanıcıların seyrek kullanıcı olduğu bir düzende, her markanın büyümek için
ve sağlıklı bir kullanıcı tabanına sahip olmak için, sürekli olarak çok sayıda
yeni müşteri (kullanıcı) edinmesi gerekir. Sadık (yoğun) kullanıcılara
odaklanan bir pazarlama anlayışı, sürdürülebilir değildir. Şirketlerin,
potansiyel müşterinin (tüketicilerin) tamamını hedefleyen bir pazarlama
anlayışını hayata geçirmesi gerekir.”
7)
Zamanında Tahsilat
Yapamama ve Batak Verme Riski:
Vadeli satış yapan markalar için kriz dönemlerinde tahsilat riski daha da artar.
O nedenle müşteri risk analizleri yapıp, müşterilerin geçmiş ödeme
alışkanlıklarına göre politikalar devreye almalı. Tabi bunu yaparken iyi analiz
etmek gerekir. Aksi durumda gelir getiren ve ödeme problemi yaşamadığımız
müşteriler ile ticari ilişkiler bitebilir. Öte yandan en önemlisi kriz sonrası
süreçleri de düşünerek satış riskini azaltacak şekilde (ticari gerekçelerle
riski sıfıra indirmek bazen mümkün olmaz) kalıcı ve sürdürülebilir bir finansal
risk yönetimi sistemi kurmak gerekir. Kendisini Çok Para Kazandıran Adam olarak
konumlandıran ve şu anda büyük bir şirketin Kanal Satış Yöneticisi olan Murat
Tavşancı’nın bir dijital konferansta belirttiği gibi “satış; tahsil edildiğinde tamamlanır. Bu nedenle her satıcı, satış yöneticisi
şirketin sahibi gibi tüccar gözü ile geliri ve şirketi yönetirse, karlılık ve
gelir hedefi alırsa riskleri şirket kadar sahiplenmelerine bu da kriz
dönemlerinde riskleri de öngörüp azaltmaya yardımcı olacaktır. Çünkü, cebini
etkilerse, seve seve risk analizi yapacaktır.”
8) Kriz
sonrası artan talebe zamanında hazırlık yapmama riski: Kriz sonrasında genelde keskin ticari daralmanın
ardından piyasa hızlı bir yükselişe geçer. İçinde yaşadığımız koronacirüs krizi
ne zaman geçer şu aşamada kestirmek zor. Ama IMF, Moodys, Standart&Poors ve
ekonomistlere göre bu çıkış en erken 2021’in ilk çeyreğini bulacak. O nedenle
markaların daralan iş hacimlerini (gıda, ilaç, hijyen, gıda ambalajı gibi iş
hacmi daralmayan veya artan sektörler hariç) fırsat bilip bu dönemde pazarlama
ve satış sistemlerini yeniden yapılandırmalı. Stratejik planlamada, iş
süreçlerine, pazarlama ve satış politikalarından, ekibin yetkinliklerinin
gelişimine kadar altyapısını güçlendirmek için bir fırsattır. Çünkü kriz sonrası
hızlı döneme hızlı, çevik ve esnek olarak organizasyon ve operasyonunu
güçlendirmelidir. Aksi durumda hızlı artan pazardan pay almayı bırak,
şiddetlenen rekabette ciddi olumsuz etkilenme riski ile karşılaşabilir.
9)
Yeni krizlere hazırlıksız yakalanma
riski: Mevcut salgın riskinden dersler
çıkarıp, eğer yoksa pazarlama ve satış alanında riskleri tarif edip, oluşma
olasılıklarına göre yönetebilecek risk yönetim mekanizmaları kurmalıdır. Risk
yönetimi olanlar da yeni risklerin belirlenmesi ve buna yönelik çözümler
geliştirmelidir. Her iki durumda da arzu eden markalara Satış Pazarlama Direktörü
olarak çalıştığım Türev Yönetim Danışmanlığı Ltd.Şti.’nin www.turev.com.tr kurumsal risk
haritalaması alanında uzman yönetim danışmanları yardımcı olacaktır. isgelistirme@turev.com.tr
10) İtibar
kaybetme riski: Kurumsal itibar, bir kuruma
yönelik her türlü algılamanın bütünüdür. Bir kurumun muhatap
olduğu kişi ve kurumların gözünde sahip olduğu değerdir. Kriz
dönemlerinde insanlar daha hassaslaştığı ve her şeyi sorguladıkları dönemler
olduğu için ticari kayıpları en aza indireyim veya güçlenerek çıkayım derken
kurumsal itibara zarar verebilme riskiyle karşılaşabilirler. Ülkemizin duayen Kurumsal
İtibar Uzmanlarından hatta öncülerinden olan Salim Kadıbeşegil’e göre “Kurumsal itibarın yönetimi, şirketin “yarınının
gündeminin yönetimidir”! Şirketin “bugününün gündemi” ile
karıştırılmaması gerekir. Sahipliği bu bakış açısı ile irdelemek gerekir.
Kurumsal itibar, yarının gündemini yönetecek yetkinlikte, vizyon sahibi
yöneticilerin elinde olmalıdır. Bir dönem Türkiye’nin kendi sektöründeki
lider şirketlerinden birinde kurumsal itibar yönetimi çalışması “başarısızlıkla” kapandı.
Çünkü şirketin Genel Müdürü kurumsal itibarın önemine çok inanıyor ve yürekten
destekliyor olmasına karşın konunun yönetimini pazarlama ve satıştan sorumlu
genel müdür yardımcısına bırakmıştı. İlgili yönetici de pazarlama ve
satışın yoğun gündeminden fırsat buldukça itibarın yönetimi konularına dahil
olmaya gayret ediyordu. Ancak, zaman ilerledikçe katıldığı toplantıların arası
açılmaya başladı. Daha sonra gündemden koptu. Hatta, itibar yönetimi programı
gereği üretilen Türkiye’nin ilk “üçlü raporlamasını” (Finansal,
sosyal sorumluluk ve ekolojik çevre duyarlılığı) neden yayımladıklarını bile
anımsayamadı! Sonuç hüsran.”
Riski tanımladıktan sonra buna
yönelik aksiyonlar almak da önemlidir. Bunun için risklere karşı nasıl yaklaşım
sergileyeceğimiz de risk yönetiminin seyrini belirlemektedir. Öyle ki, Nobel Ekonomi
Ödüllü Daniel Kahneman’ın Hızlı ve Yavaş Düşünme kitabında dediği gibi “insanlar kazanç alanında riskten kaçınma,
kayıp alanında riskin peşinden koşma eğilimi gösterirler. Bunu da yaptıkları
bilimsel bir araştırmayla kanıtlamışlar.
Karar
1: Kazanç alanı
Seçenek A: 240 dolarlık kesin kazanç
Seçenek B: %25 olasılıkla 1000 dolarlık kazanç ve
%75 olasılıkla hiçbir şey kazanmama
Karar
2: Kayıp alanı
Seçenek A: 750 dolarlık kesin kayıp
Seçenek B: %75 olasılıkla 1000 dolar kaybetme ve %25
olasılıkla hiçbir şey kaybetmeme
Araştırma sonucu Karar 1’de deneklerin %73’ü A
seçeneğini (kesin kazanç), Karar 2’de B’yi seçti.”
Kahneman’a göre, “dar çerçevelemeye yatkın olan karar
vericiler, ne zaman bir riskli seçimle karşı karşıya kalsalar bir tercih yaparlar.
Sorun çıktıkça, düzenli olarak uygulayabilecekleri bir risk politikası
benimseyerek durumu düzeltebilirler”
Her
krizde olduğu gibi mutlaka bu kriz de geçecek. Önemli iyi bir risk analizinin
ardından sıkı bir kriz yönetim programıyla süreci akılcı ve dinamik
yönetebilmektir.
Abraham
Maslow söylediği gibi "yaşadığımız her an önümüzde iki seçenek vardır; gelişime doğru bir adım atma ya da güvende hissetmek için bir adım geri kalmaktır."
Söz
konusu biyolojik ve ekonomik savaşı hep birlikte aşabilmek dileğiyle,
Bir
sonraki yazım krizde pazarlama ve satış ilişkisi üzerine olacak...
Yararlanılan
kaynaklar:
·
Byron Sharp, Araştırmaları,
The Ehrenberg-Bass Institute for Marketing Science,
·
Daniel Kahneman,
Hızlı ve Yavaş Düşünme, Varlık Yayınevi, 2015
· Poul Talbot, The
Brand Manager’s Search For Growth, https://www.forbes.com/sites/paultalbot/2020/02/18/the-brand-managers-search-for-growth/#4920800f5330
,
· Salim Kadıbeşegil,
İtibar yönetimi üzerine aforizmalar, http://www.salimkadibesegil.com/tr/2015/04/14/itibar-yonetimi-uzerine-aforizmalar/
·
Temel Aksoy, Pazarlama
Kanunları, https://www.temelaksoy.com/pazarlama-kanunlari/,
31.01.17
Kaleminize sağlık Savaş Hocam.
YanıtlaSilRiski tanımlamadan nasıl yöneteceğiz derim hep yöneticilere ve şirketlere. İşte size yönetmek için fırsat, yani müthiş risk tespitleri. En önemli aşaması bu. Sonrası liderlik,yönetim, organizasyon ve finansal becerisine kalmış şirketlerin. Ya da iyi bir liderliğin gereği gibi ne kadar akıl almaya hazır ve açık olduklarına...
Aydınlatmalarınız için çok teşekkür ederim.
YanıtlaSilAydınlatmalarınız için çok teşekkür ederim.
YanıtlaSil